Sergi: Laure Daviron

Laure Daviron
Laure Daviron’un övgüye değer detaycılığı, eserlerinin nadiren sergilenmesine yol açmış ve bu nedenle, bu şaşırtıcı dışavurumları, bazen kendini toprağın kalınlığına demirleyen, bazen de yeryüzünden gelen bir ivme ile yükselerek siyah, kahverengi ve beyazın tüm tonlarını kat eden bir kaosu ortaya çıkaran bu soyutlama rüzgârını iki ayrı mekanda keşfetmek olağanüstü ve harika bir fırsat.
Bu konudaki ilk bariz gözlem eserlerin tekil oldukları. Laure Daviron tamamen kendine ait bir konu icat ediyor. Çalışmaları herhangi bir akımın bir parçası değil. Resimleri insan türünü görmezden geliyor ve dünyanın, Yaratılış’ın ve Tufan’ın gizemini ortaya koyuyor.
Bu, maddeselliğin kısıtlamalarından kurtulmuş bir hayal gücünün etkisi altında her şeyin yapısızlaştırıldığı ve yeniden inşa edildiği bir zıtlıklar ve duyarlılık dünyasıdır. Burada “gerçeklik” yalnızca “parçalanma” ve “bulutların” hareketlerinde var olur: burada yüzen şey ayrışır. Çizgilerin ve renklerin, rüzgarların ve dalgaların hareketleri altında kaybolup gittiği, belirsiz ve kaotik gökyüzü ve deniz, asla bıkmayacağımız bir gösteri teşkil eder.
Sağanaklar, fırtınalar, eziyet dolu manzaralar, sisli zirveler, mağaralar hayallere dönüşür, sadece hayal gücünün isteğinin kaderine hükmettiği seraplar, vizyonlar düşlem ve karanlığın tadını ortaya çıkarır.
Karanlıktan aydınlığa. Laure Daviron’a göre, “gölgenin karmaşık bir yansıması” olan dünya, karanlığa doğru daha fazla eğilir; donuk bir karanlık değil, gölgelerin ortaya çıktığı, konturların şekillendiği ve ışığın ve yaşamın başlangıcını oluşturan bir karanlık. Doğal unsurların birbirine zıt mücadelesinin simgesi olan gece ve gündüzün savaşı, yeryüzü ve gökyüzünün, rüzgâr ve denizin savaşı da olabilir. Gece aydınlıkken güneş siyah olabilir. Işık nereden gelir ve bu ışık nedir? Yıldızların mı, güneşin mi, ayın mı, yoksa geminin fırtınaya karşı verdiği amansız mücadelenin ışığı mıdır? İnsanın ölüme karşı mücadelesi de olabilir, çünkü dünyayı kavramak için kişinin kendi “korkutucu ışık gölgesine” eğilmesi gerekir.
Laure Daviron bu görsel incelikleri, bu dokunuş okşamalarını, bu nadir nüansları, tüm bu kromatik süslemeleri, sadece onlarla hemen çelişki yaratmak için çoğaltıyor, görmemizi sağlamak için onların içinden geçen dikeyleri ve yatayları üst üste bindiriyor, bize köklerin yeraltı dünyasını, sadece hayal gücünün hevesinin imgenin kaderine hükmettiği bir kozmosu gösteriyor, bilincimizden kaçan bir kaygının yolunu açıyor: gölge ve ışığın sonsuz alanlarında yer alan görünmeze daha iyi kavramak için.
Bu eserler karşısında Nietzsche’nin şu sözlerini hatırlamalıyız: “Eğer uçuruma uzun süre bakarsan, uçurum da sana bakacaktır.”
Jean-Luc Maeso
Sergi Küratörü

BIYOGRAFYA

1970 doğumlu Laure Daviron, resim yapmaya on altı yaşında Toulouse’da bir suluboya sanatçısının yanında başlar.
Felsefe eğitimi ve çalışma hayatı arasında on yıl boyunca kendi başına çalışır, çeşitli teknikler dener (kuru pastel, yağlı pastel, çini mürekkebi, kolaj, yağlıboya, suluboya) ve 1992’den 1995’e kadar Paris’teki “güzel sanat atölyelerine” katılır.
1995 ve 2008 yılları arasında, kendi derinliklerine inmesini sağlayacak bir ara vermeye karar verir.
2009 yılında, resim hayatına önlenemez bir güç olarak geri döner ve çeşitli teknikleri öğrendiği ve yağlı boya resim bilgisini genişlettiği natüralist ressam Hélène LEGRAND’ın öğrencisi olur.
2010 yılında kendini tamamen resme adamaya karar verir ve 2013 yılına kadar Yüksek Sanat Okulu’nda (Ecole Supérieure d’Art) akşam atölyelerine katıldığı Clermont-Ferrand’a taşınır.

2010 yılından 2015 yılına kadar çalışmalarına ilişkin Chamalières’deki Amac galerisideki retrospektif sergi metninden alıntılar:
Benim yolum, ruhani boyutu zemin alarak insanlık durumunun keşfine dayanıyor. Bu ruhani boyut, resimsel bir kelime olarak, dünyaya bakış açımın hem sabitliğini hem de yenilenmesini yansıtıyor ve gerçek ile gayri maddi arasındaki sınırda, sorgulayıcı bir yerde konumlanıyor. Temalar genellikle şiirsel ya da metaforik olarak işleniyor…
Karışık teknikler oluşturuyorum. Kağıt veya tuval üzerine su, ceviz mürekkebi, çini mürekkebi ile başlıyorum. Sonra akrilik veya yağlı boya ile devam ediyorum. Resimlerimde pastel, kurşun kalem veya diğer malzemeleri de kullanabiliyorum.
2010 yılında işlediğim ilk konu dünyanın doğuşuydu: formun ortaya çıkışı, kaos ve yeniden yapılanma. Farklı güçleri incelemek beni zıtlıkları düşünmeye yöneltti ve bundan dolayı doğal olarak, bazı metaforlar ortaya çıktı. Üç yıl boyunca dünyanın derinliklerine gömüldüm – dünya nedir, nereden geliyor ve biz nereden geliyoruz? Bunlar dolaylı olarak farklı formatlarda, kağıt ve tuval üzerine sorulan sorular oldu.
2013 yılında, resimlerime başlamak için neredeyse sistematik olarak ceviz mürekkebi ve çini mürekkebi kullanmaya başladım.
Genel olarak, 2014’teki resimler somut dünya ile soyut dünya arasındaki bağlantıyı şiirsel ya da mahrem bir şekilde ele alıyor.
Koyu renk arka planları olan tuvaller, insanın derin mahremiyetini ve öteyle olan bağlantısını ele alıyor. Kâğıt üzerine yapılan eserlerde hareket kavramı hâkim – evren, zaman ve ruh.
2015 yılında, tuvalde olduğu gibi kağıt üzerinde de hala çalışmalar var. Hareket ve ilk hareketin spontanlığı devam ediyor. Burada söz konusu olan mekan-zaman, Varlık ve (hareket temasının devamı olarak) yörünge kavramı. Bununla birlikte, şiirsel yön mevcut olsa da, mahrem olandan daha evrensel bir vizyon eksenine geçiyoruz.