Sergi: Ortada/ it

Umut Azad Akkel’in Almanya ve Türkiye’de gerçekleşmesi planlanan “Ortada/it” projesinin ilk ayağı olan Çocuk Oyuncağı ve “Cube with holes on it” isimli yerleştirmeleri 20 – 27 Aralık tarihlerinde İzmir Galeri A’da görülebilir.

Bu proje, Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi” kitabının ilham verdiği sosyal kodları ve bunların oyun teması aracılığıyla ele alındığı bir deneyimi hedefliyor. Temel ve herkesçe aynı olduğu düşünülen kavramların, potansiyel karşıtları olma ihtimalini irdeleyen bu proje eşitlik, ayrımcılık, haz gibi kavramların herkes için aynı yerde durmaması ve bu farklılıkları sorgularken aslında birer faile dönüşebilme ihtimali üzerine düşünme alanına davet ediyor. Aynı zamanda sanatçının kendi deneyiminde  yaşadığı kırılımlar, sosyal dışlanma, aidiyet, bir sosyal grubun parçası olmak ya da olamama serüveninden hareketle sosyal alanlarımıza sorular sormayı hedefliyor.

Bir oyunun parçası olmak

İktidar sahibine öykünen ezilenin, rollerin değiştiği bir kurguda tahakküm ve kontrol mekanizmalarını aynı şekilde kullanma olasılığını gözden kaçırıyor muyuz? Oyun, bu dinamikleri küçük bir simülasyon olarak sunarken aynı zamanda eşitlik ve ayrıcalık, kazanma ve kaybetme, güç ve zayıflık gibi karşıtlıkları ele alarak, hem oyunda hem de gerçek yaşamda hangi rolleri üstlendiğimizi sorgulamamıza olanak tanıyabilir.

İddiası eşit şartlarda başlamak olan bir oyunda, avantajlı ve dezavantajlı tarafların kim olduğunun sorgulanması, eşitsizlik ve ayrımcılığın nasıl da birbirine bağlı olduğunu düşündürürken; zarar verme arzusu, rekabeti ve zafer hissinin olası failliğine odaklanıyor, eşitlenme tahayyülüyle ayrıcalığın konfor alanından çıkamadığımız yerleri mercek altına alıyor.

SERGİ: MARDİVEN

MARDİVEN projesi, “ATÖLYE İLE” yi oluşturan üç fotoğraf tutkununun katkı koyup bütünleştirdiği bir çalışmadır.

MARDİVEN, ortak Mardin gezimizde kent ve yöresinin etkileyici atmosferinin bize verdiği ilham sonucu hayata geçen bu çok katmanlı çalışma bir anlamda şehrin çok kültürlü zenginliğinin metaforik bir temsilidir. Kentin dokusunun kaçınılmaz unsuru merdivenler ise projemizin adının doğuş noktası olmuştur.

Gezi sonrasında, yaşamakta olduğumuz(Karaburun, Bükreş, İzmir olmak üzere) üç ayrı yerden, sırayla, üç ayrı göz ürünü Mardin görsellerini yaklaşık bir yıl boyunca birbirimize bir sistem dahilince ilettik; kullanılan dijital katmanlarla fotoğraflarımız son şekillerini aldılar.

Mardin’in zengin kültürel yapısı bu çoklu çalışmamızın ilk ve başlıca motivasyonuydu. Teknik olarak katmanlarla çalışırken görsellerimiz Mardin’in çok katmanlı kültürel yapısına paralel olarak gelişti. Çalışmalarda toprak renkleri kentin mimari yapısını ve yıllanmış geçmişini yansıtırken, canlı renkler bugünün hareket dolu yaşamını ifadesi oldu; ortak hafızamızda yer alan imgeler, çalışmalarımızda soyutlanarak kendi görsel estetiğini yarattılar.

Ayrı kültürlerin buluşması ve uyumunun simgesi olmuş Mardin kentine dair bu proje, üç farklı fotoğraf dilinin son bir görselde uyumla bütünleşmesi dolayısıyla, ‘farklılıklarının bir aradalığı’ kavramına bir güzelleme olarak düşünülebilir.

Renklerin zenginliği ve katmanların derinliği, bu coğrafyanın şarabının damakta kalan nefis lezzetini yansıtıyor olsa gerek!”

MARDİVEN project is the work of three ambitions photographers who are members of the collective “Atölye İLE“, where following the contribution of each one on the same image, a single integrated image was produced.

MARDİVEN, a multi-layered work which came to being as a result of the inspirations we felt in the fantastic atmosphere of the city and its environs during our visit to Mardin together; it is, in a way, a metaphoric repsentation of the city’s richness and multi-layered culture. The word merdiven(meaning stairs in Turkish), as the unavoidable elements of the city’s texture, is the source for the birth of project’s title.

After the trip, from our residences apart from each other (to name them: Karaburun,Bucharest, İzmir), we systematically shared for a period of approximately a year the Mardin images created with three different eyes using digital layers for the layers for the purpose of producing single final images.

The rich cultural structure of Mardin was the instant and main motivation that led us to work on this multi-layered project. As we worked together technically with layers, the images developed in richness parallel to the multi-layered cultural structure of Mardin. In the images; as earth colors represented the city’s architectural structure and its ages past, vivid colors expressed today’s life full movement; the common impressions in our minds turned abstract, creating an authentic visual aesthetic.

Because of three photographic languages integrated in a final image with harmony, this project about Mardin-the melting pot of cultures and symbol of harmony, can be considered as praise to ‘the coexistence of differences’ concept.

The richness of colors and the depth of layers must be reflecting the delicious taste this region’s wine leaves on the palate!”

SERGİ: MÜHÜRLENMİŞ

Hepimizin hafızasında, derinlerde, yoğun duygularla varlığımızı etkileyen yaşanmışlıklar saklıdır. Üstü örtülü, hapsedilmiş, hatta mühürlenmiş bu anılar bizimle birlikte yaşarlar ve bir gün paylaşılmak, gün ışığına çıkmak için beklerler.

MÜHÜRLENMİŞ; anıları kadar fotoğraf dilleri de farklı ATÖLYE İLE üyeleri İlke Coşkuner, İlknur Baltacı ve Liane Bencuya’nın, yürüttükleri atölye çalışmaları esnasında anılara ait paylaştıkları ortak duygular sonucu, her birinin benliğinde saklı anıları görünür kılmak isteğiyle oluşmuş üçlü bir projedir.

SEALED

We all have in our memory some hidden, uncovered, actually imprisoned experiences that effect our being with strong emotions. These experiences live along with us and wait for a time to be shared, to come into daylight.

Sealed is a threesome project produced by members of photography colletive “ATÖLYE İLE” İlke Coşkuner, İlknur Baltacı and Liane Bencuya, whose styles vary as much as what they hide deep in each one’s memory. In the course of working together, due to common emotions evoked when sharing one anothers’ memories, each one has decided to open up the imprisoned experiences of her being through her “sealed” work.

Sergi: Melike

MELİKE ÖZKARAKAHYA

Kısa Özgeçmiş

Melike, İzmir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde başladığı resim eğitimini, Marmara Üniversitesi GSF Resim Bölümü‘nde tamamladı. Studio Oyuncuları’nda Performatif Oyunculuk ve Sahneleme Yöntemi üzerine çalıştı. Yurt içi ve yurt dışında plastik sanatlardan performatif sanatlara uzanan çeşitli atölyelerde yer aldı. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. “Disiplinlerarası Sanat Bağlamında Robert Rauschenberg, William Forsythe, Jérôme Bel’in Eserlerinde Koreografik Nesne” adlı bir tez yazdı. Resim yapma pratiğine dayalı, video-ses ve fotoğraf alanlarını da içeren çalışmalar yapıyor.

Sanat Pratiği Hakkında

Yazı: Fırat Yusuf Yılmaz

Melike’nin kişisel sergisi, sanatçının uzun süredir devam ettiği ‘resim yapma’ pratiğini ve ona eşlik eden fakat kendi içerisinde bir o kadar da farklılaşan diğer üretimlerini bütünlüyor. Kaotik denebilecek bir eforun, uzamın -zemin dahil- her aksını kullanan bedensel jestlerin ve seri şekilde oluşan notasyonların bir arada bulunduğu ‘resimleri’; resim yapmanın gramerini, ana iskeletini ve temel aksiyonlarını ifşa eder. Bez üzerine kömür, pastel, akrilik, yağlı boya, kalem ve sprey boya ile yaptığı hamleler, resim geleneğinin figüratif ve bilgi üreten anlatım dili ile uzlaşmaz. Bunun yerine deneyselliği, anlık olanı, dürtüleri ve resimsel kışkırtmaları takip eder. Ham tuval bezinde serbestçe fakat agresif bir tavırla yüzen sert çizgileri ve oluşturduğu puslu yüzey üzerinden temellenen darbeleri, bedenin boşlukla kurduğu ilişkiyi görünür kılar. Böylece, koreografik bir mesafelenme aracılığı ile, işlere bakan kişinin yaşadığı, pasif bir izleyici olma illüzyonu kırılır ve onları üretimdeki anlamı kendisinin çözmesi gereken karanlık bir bilmece ile baş başa bırakır.

Melike, işlerini oluştururken performatif ve tiyatral metodları yüzey üzerinde sistematik olarak kullanır fakat aynı zamanda kimliğini kaybettiği kaybolmaların da peşindedir. Kendi gölgesini kullandığı fotoğrafları tam da bu çözülmenin eşiğinde duran, kökten tamamlanmamış görünenlerin girift bir toplanması gibidir. Sanatçının resim yaparken ki hareket anına yakın bir partisyonu AG destekli motion video sayesinde, üretime aktarılan zamansallığı bütün sekanslarıyla birlikte açığa çıkarmakla birlikte başlı başına bir gölge tiyatrosu sunar. Geçtiğimiz yıl aksiyon, müzik ve formların seslere dönüşümü üzerine düşünürken oluşturduğu son serisi, resmi genişletilmiş bir pratik olarak ele alır. Üretmiş olduğu işlerden yola çıkarak beste yapan Periklis Tsoukalas ile birlikte çalışarak, sesin soyut niteliğini araştırırlar. Sanatçının disiplinlerarası yaklaşımı, farklı enerji düzeylerini aynı resimlerinde olduğu gibi bir araya getirir ve çoklu anlatılara yol açacak şekilde onları sentezler. Çalışmalarına bütünsel olarak bakıldığında, hepsi ”resim yapmanın imkansızlığının ve aynı derecede belirgin olan resim yapmamanın imkansızlığının bir göstergesi” [1] olarak konumlanırlar.

[1] Provisional Painting, Raphael Rubinstein, Art News, 2009, https://www.artnews.com/art-in-america/features/provisional-painting-raphael-rubinstein-62792/

Sergi: Postpartum

Kaptan’ın son çalışmaları „anne“ kavramına odaklanıyor. Tasarlanmış, ancak henüz gerçekleştirilmemiş  SÜT başlıklı yerleştirme ve İzmir’de A Galeri‘de sunulan Paspartum başlıklı özgün baskı dizisi bu kavramı sanatçının özel yaşamı üstünden incelemeye ve irdelemeye açıyor.

Postpartum başlıklı siyah-beyaz baskı tekniğiyle üretilmiş çalışma, sanatçının kendi deyimiyle “annelik buhranı” üstüne soyut bir süreci sunuyor. İlk bakışta minimal geometrik şekiller olarak görünen imgeler, aslında çikolata, kurabiye, oda parfümü ve antidepresan ilaçların ambalajları ve karton kutuları… Burada yine özel yaşamın küçük ama olamazsa olmaz ayrıntılarında işlev taşıyan ve Neo-kapitalizmin ürünü olan nesneler ile bir hesaplaşma süreci inceleniyor.

Cemile Kaptan İlişkisel Estetik üretimin sunduğu olanakları bu performatif işlerinde ince ayrıntıları epistemolojik ve ontolojik bir düşünsel temel üstüne yerleştirerek kullanıyor. Postmodernizm ve sonrasında gelişen sanat üretim türleri kadın sanatçıların müttefiki oldu; her ne kadar statükoyu değiştirmek kolay olmadıysa da. Cemile Kaptan’ın bu kendi bedeni ve ruhununun biyolojik ve psikolojik özelliklerini çekinmeden açıklayarak kurguladığı yapıtlar toplumun muhafazakarlığının, gerçekleri gizleme eğilimlerinin katı kurallarını dürtüyor.   Her sınıftan kadınların yaşadığı ama her zaman gizli kalması beklenen bu deneyimleri açıklayarak, kullanma tarihi geçmiş meta-anlatılara meydan okuyor. Bu yapıtlar izleyiciye olumsuz bakışını dönüştürmek için görsel şiirsel görüntüler sunuyor. Ülkemizde kadınların sorunları hiçbir zaman tam anlamıyla çözülmedi. Ancak geleneksel kadın nitelikleri olarak adlandırılan paylaşım, iletişim, esneklik ve iş birliği yapma arzusu giderek daha önemli hale geliyor ve bunların ülkelerimizde meydana gelen temel değişimlere büyük katkıları oluyor. Cemile Kaptan bu işleriyle bu olumlu sürece katkı sunuyor.

                                                                                                                                                        Beral Madra, Ekim 2023

POSTPARTUM

Daha insan olmaya dair sorunları, sorguları ve eksiklikleri hazmedememiş bir toplumda,              

–büyük harflerle– ANNELİK buhranından bahsetmeye yelteniyorum.

Öyle ki, anne olmanın yükünü sorgulamak, konuşmak değil, hissetmek  bile ayıp.

Özellikle bizimki gibi bir geçiş neslinde, kendi gördüğü ebeveynlikle yeni binyılda göstermesi

beklenen ebeveynlik arasında sıkışan, her şeye yetişmeye çalışıp BİREY kalmaya inat eden

kadın-insan için annelik, dünyaya getirdiği yeni insanla birlikte  bir kimlik bunalımı, bir öz-kaybı

doğurabiliyor.

Bunu, hiç değilse konuşmaya yelteniyorum.

Çünkü evet, “ … ışığın olduğu yerde gölge de vardır.”

Derdimi estetik bir dile dökmek adına, eve, belki kadına dair, domestik nesnelerle, hatta

bizzat depresyonu temsil eden antidepresan ilaçların ambalajlarıyla bir oyuna girerek, dört

duvar arasındaki bir karanlığı, monokrom monoprintlerle minimal bir alfabeye çeviriyorum.

Kalıplar, önce soyut bir dile dönüşüyor; sonra bir yerde belki Kâbe’yi ya da bir toplu konutu

çağrıştırarak bir araya geliyor; domestik bir bunalımı totemleştiriyor.

Patolojik bir nesneden çıkarak, toplum yaşamını, üst üste alt alta sıkışmış bir yığın kadını anıyor.

Bu anlamda, serginin bir depresyon anıtı inşa etmesine yelteniyorum.

                                                                                                                                                    Cemile Kaptan, Ekim 2023

CEMİLE KAPTAN

Lisans ve lisans üstü eğitimlerini Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamlayan Cemile Kaptan, daha sonra İtalya Floransa’da resim restorasyonu eğitimi almıştır.

Öğrenciliğinden itibaren; seramik, resim, gravür, desen, fotoğraf, yerleştirme ve videolarında melankoli, aidiyet, kayıp, yas, özlem konularına mahrem bir gerçeklikle eğilirken, an’a odaklanan minimal bir görsel dil seçmiştir.

Eserleri 1999’dan bu yana yurtiçi ve yurtdışında pek çok karma sergide sergilenen Cemile Kaptan’ın, Kum ve Diğer Renkler ve Dehliz adlı iki kişisel sergisi bulunmaktadır.

Sanatçı üretimini İstanbul’da sürdürmekte ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

SERGİ : ELSA ve MARCEL’LER – “Le Système M”

Le Système M, Elsa ve Marcel’ler sergisi, bir iz sürme ve yeniden üretme çalışmasıdır. Bu çalışmada, Berlin, Arkonaplatz bit pazarından alınan siyah bir kutudan çıkan metinler, eskizler ve belgeler merkeze alınarak sanatçı Elizabeth Albertine von Dasein (gerçek adı Elizabeth Freytag) ‘ın 1966 – 1982 yıllarındaki üretimleri yeniden kurgulanmıştır. Araştırmacı, küratör, sanatçı rollerinin sıklıkla yer değiştirdiği serginin üretim sürecinde, siyah kutudan çıkan çoğu belgede referans verilen “M Sistemi” anlaşılmaya çalışılmıştır. Dadacı kelime oyunları, alaycılık ve anlamsızlıkla, sanatsal üretim ve yeniden üretim üzerine yazılmış bir kolaj şiir olan Le Systeme M, Elsa’nın çalışmalarının merkezine Marcel’leri yerleştirir. Kutudan çıkan diğer belgelerde de, Marcel Proust, Marcel Duchamp ve Marcel Broodthaers’a doğrudan ve dolaylı pek çok referansa rastlanır. Bu nedenle sergide yer alan eserler, Elizabeth A. von Dasein (E. Freytag)’ın Marcel’lere yaptığı yolculuğunun izini sürer.
Elsa’nın ya da gerçek adıyla Elizabeth Freytag’ın, yaşam öyküsü tam olarak bilinmemektedir. Broodthaers’la karşılıklı telgrafları olsa da notlarda ya da mektuplarda tanışıklıklarına dair bir ibare yer almaz. Dünya Savaşları nedeniyle ailesinin pek çok kere göç ettiği bu nedenle de kendisinin Almanya, Hollanda, Belçika ve İngiltere’de yaşadığı anlaşılmaktadır. Mektuplarından birinde de bahsettiği üzere 1986’dan sonra Meksika Cancun bölgesine yerleşmiş olabileceği tahmin edilmektedir.

Özgül Kılınçarslan’ın, 2017 -2023 yılları arasında yaptığı araştırmaların ve üretimlerin yer aldığı bu sergide, Elizabeth Freytag’ın bir dönemine ait çalışmaları yeniden üretilmiştir. Elsa’nın, Marcel’lerin sanat görüşlerini ve çalışmalarını merkeze aldığı eskizleri ve notları sergiye kaynaklık etmiştir. Siyah kutudan çıkan notlarda, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde serisinden sanat, hayat ve insan psikolojisiyle ile ilgili birçok alıntıya rastlanmıştır. Duchamp’ın Bekârları Tarafından Çırılçıplak Soyulmuş Gelin için yazdığı notlara, ortaya attığı çözümsüz satranç problemine ilişkin alıntıların yanı sıra, sanat ve hayat ilişkisi, hazır yapıt, metin -imge gibi konulardaki yaklaşımlarına dair Elsa’nın kısa yorumlarından yararlanılmıştır.Tıpkı Broodthaers’in Un coup de dés jamais n’abolira le hasard (Bir zar atışı asla şansı ortadan kaldırmaz) adlı eserinde olduğu gibi, Elsa’nın sanatsal tavrında edebiyat ve sanat tarihine gönderme yapan reprodüksiyonların belirleyici rolü bu sergide yer alan eserlerde de korunuyor.

Özgül KILINÇARSLAN
2002 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’nden mezun oldu. 2007 yılında DEU Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Bölümünde Yüksek Lisans, 2013 yılında Sanatta Yeterlik eğitimini tamamladı. 2013 yılı güz döneminde DAAD (Deutscher Akademischer Austauschdienst) Alman Akademik Değişim araştırma bursuyla UdK (Universität der Künste Berlin) Art in Context Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 2005 – 2013 yılları arasında DEU Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde araştırma görevlisi ve 2014 – 2018 yılları arasında MKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde dr. öğr. üyesi olarak ve çeşitli idari pozisyonlarda çalıştı. Halen, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde bölüm başkanı olarak
çalışmaktadır.
Sanatçı ve küratör olarak İzmir, İstanbul ve Finlandiya’da çeşitli sergilerde yer almıştır. Edebiyat ve görsel sanatlar ilişkisi üzerine yaptığı çalışmalarının yanı sıra Art Unlimited, Milliyet Sanat, Warhola ve İstanbul Art News vb. sanat dergilerinde yazıları yayımlanmaktadır. KARANTİNA ve Dahili Bellek sanat inisiyatiflerinin kurucusudur. Türkiye’de kültür sanat ve ona komşu alanlarda çalışan bağımsız organizasyonların görünürlüğünü artırmayı amaçlayan BAĞIMSIZLAR (Bagimsizlar.org) proje ekibinde yer almaktadır.

Sergi: Kirke Paradoksu

Kirke Paradoksu

“nosce te ipsum”

Cadılığın kadının kötücüllüğü ile ilişkilendirilmesi, tarihsel ve kültürel inançlardan kaynaklanan bir yanılsamadır. Bu stereotip, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir ürünüdür. Kadınların güçlü ve bağımsız figürler olarak görülmesi, patriyarkal düzeni sarsar ve cinsiyet eşitliği idealine katkıda bulunur.

Şifa yetenekleri, içsel keşif becerileri ve bilgelikleri ile öne çıkan güçlü ve bağımsız kadın figürler özellikle Orta Çağ döneminde cadılıkla suçlanmış; onlara kötücül eylemler ve şeytani güçler atfedilmiştir.

Büyücülüğün ve büyülü bitkilerin tanrıçası olarak adlandırılan Kirke’nin Yunan mitolojisindeki kişiliği ve nitelikleri cadılıkla ilgili tüm temel fikirleri kapsar.

Bitkiler ve bunların büyü ve şifa için nasıl kullanılacağı konusunda bir uzman olan Kirke Yunan mitolojisine göre, büyü ritüellerinde kullanılacak iksirler için birçok tarif yaratmıştır.

Kirke, tanrılara baş kaldıran, karışısına çıkılmaması gereken yetenekli ama intikamcı bir büyücüdür. Antik Yunan mitleri onun güçleri ve kurnazlıklarıyla ilgili hikayelerle doludur. Ama karakterinin temelinde aşkı uğruna yasak olduğunu bildiği halde büyüye başvuran, tanrıların gazabını üzerine çekip bir adaya sürülen, orada doğayla bütünleşerek yeteneklerini geliştirip bazen kahramanlara yardım etmekte bazen de cezalandırmakta kullanan Kirke, kadının başkaldırısını sembolize eden cadılık arketipinin güçlü bir örneğidir.

Sınırları zorlama, var olan algıları değiştirme ve toplumu dönüştürme potansiyeline sahip olan sanat da Kirke gibi güçlü bir kadın kahramandan aldığı esin ile düşünceleri ifade etmek ve tartışmaya açmak için en uygun platformu sağlar.

Bu görsel anlatım bağlamında Kirke, uzun bir gelenekten gelen kadına yönelik toplumsal sınırlamalar, ayrımcılıklar, irade kısıtlaması gibi konularda bir başkaldırı sembolü olarak seçilmiş ve yorumlanmıştır.

Şule Yiğit & Tülin Yiğit Akgül

“Ben doğduğumda, olduğum şeyin bir ismi yoktu.”

Tarihin ilk cadısı… Mitolojideki büyücü tanrıça Kirke cadılığın; erkeklerin  kadınların güçleri konusundaki korkularını simgeler.

Sesi ölümlülere benzediği için alay ettiler, diğer tanrıçalar gibi eşsiz güzelliği yoktu, keşfedebildiği bir gücü de yoktu.

Kirke, gücünün farkına vararak, onu güçlendirmek için çalışan ve görmezden gelinip aşağılandığı zorluklar karşısında kendini sıfırdan yaratmak için mücadele eden, kaderine terk edilmiş yalnız bir kadının kendinden tanrıça yaratmasının hikayesidir.

Kadın doğasının dirençsiz olduğu ve bu nedenle de “şeytan”a çabuk aldanabileceği inancı Havva’dan beri söylenir durur. Ondandır hep cadılığın kadınlara yakışıtırılması. Eğer kadınsan tanrıça bile olsan,  acizsin, kolay kandırılırsın, otorite sahibi olamazsın ancak büyü ile iradelere müdahele edebilirsin!

Oysa ki o güç; zaten dişil olan her canlının içinde bir yerlerde gömülüdür, uyandırılmayı bekler.

İçlerindeki cadıyı kucaklayıp, onunla temas halinde olmak için özünde bir kazan karıştırmasına gerek yoktur kadınların. Zira her kadın aslında bir sihirdir…

“Kadınlara haddini bildirmek ozanların en sevdiği vakit geçirme biçimidir, yerlerde sürünüp ağlamazsak gerçek bir hikaye olmazmış gibi!”

Fatma İlgün

Canım Kirke!

Kadınların varoluşunun erkekler tarafından anlatıldığı bu dünyanın tuzağından fısıldıyor bizlere hikâyesini. Homeros’un anlatımı ile arada kalmış sönük, Odysseus’un gücüne karşı koyamayan boyun eğen Kirke…

Oysa bir kadın ozan anlatsaydı bizlere İlyada’yı ya da Odysseria’yı…

Kadınları kadınlardan dinleme zamanı geldi artık!

Kirke şımarık ve kötü kalpli bir cadı tanrıça değil, açgözlülüğü cezalandıran bütün tanrısal güçlerini bir kenara itip “ol” deyince olduran kolaylığına kaçmayan bir kadın. İçinde yaşadığı doğa ile bütünleşen, efsunlarını toprakta yetişen bitkilerden elde eden, en yakınlarını insanoğlunun vahşi adını verdiği canlılardan seçen, sevgisini ve şefkatini dağıtan ama asla da zayıf olmayan bir kadın. Hem tanrıça hem cadı, yüce Zeus’u bile yenebilecek kudretteyken kendi olma sadeliğini seçen bir kadın.

Büyü emek ister, irade ister, farkındalık ister, içgörü ister. Sonuç alana kadar defalarca denemektir büyü; pes etmemek, düşüp yeniden kalkmaktır. Söz de büyüdür biraz işledi mi içinize?

Kirke, bir varlığın yaşayabileceği en cesur yol hikâyesinin kahramanıdır. Kendi içine doğru uzun bir yola çıkar… İçindeki karanlığı da bilir, aydınlığı da. Dünya’yı kapkara yapıp korkudan titretmeyi de bilir bilmesine de Antik Çağlar’dan kalma tapınaklarda Kirke adına yapılanı göremezsiniz. Büyük orduları yönetip kan dökülen savaş hikâyelerinin arkasındaki güç değildir; bu yüzden uğruna tapınaklar yapılmaz, adaklar adanmaz, evlatlar kurban verilmez. İnsanlara kurulan tuzaklarla ilgilenmeyecek kadar yücedir o, onlarla oynamaz. Kirke’nin tek derdi kendisidir, benmerkezci olduğundan değil kendini bilme isteğinden. Kendini dener, gücünün kaynağını, sınırlarını neye dönüşeceğini, özünü merak eder.

Kendini bilmek ister Kirke! Biz kadınlar, her birimiz kendi içimize doğru bir yolculuğa çıkma cesareti gösterebilirsek eğer fark edeceğiz gücümüzü.

Bu sergi tam da bu yüzden kız kardeşlerimize kendini bilme yolculuğunda ilham olabilmesi adına bir araya getirildi. Erkek kardeşlerimiz takdir edebilir, gezebilir ama özünü göremez. Çünkü bu topraklarda hayat bulan Kybele ve Artemis’tir Kirke, Gılgamış Destanında ki Siduri ve İştar… Biziz Kirke! Yakamadığınız cadıların torunlarıyız! Ve eğer kendi gücümüzü fark eder hale gelip, kendimizin en iyi haline dönüşebilirsek, başka bir dünya da yaratabileceğiz hep birlikte!

İlkyaz Mumcu – Küratör

BİYOGRAFİLER

ŞULE YİĞİT

Şule Yiğit, ressam ,heykeltraş…1979 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesi iktisat fakültesi iktisat bölümünü bitirdi. Üniversite yılları boyunca öğrenci kültür merkezinde resim kulübünün aktif üyesi oldu. Kendi ekolüne yakın arkadaşlarıyla üniversite ve kültür merkezlerinde sergilere katıldı. Mezuniyeti sonrası kendi atölyesini kurdu. Yurt içi ve yurt dışında sanat galerilerinde, grup ve kişisel sergilerde yer aldı. Gösteri afişleri, tiyatro aksesuarları ve çocuk kitapları için ilüstürasyonlar yaptı. 2006 yılından itibaren kil-kağıt-metal-polyester malzemeleri ağırlıklı olmak üzere heykel çalışmaya başladı. 2019 yılında kurulan alternatif sanat alanı Artmosphere’in kurucularındandır. Farklı disiplinlerden sanatçılarla bir çok proje üreten sanatçı, çalışmalarına İstanbul Galata’da ve İzmir’in Şirince köyünde bulunan atölyelerinde devam etmektedir.

Kişisel Sergiler

2002 – TZT Galeri, İstanbul, Türkiye 2009 – Galerie 14, Toucy, Fransa 2012 – Galerie 14, Toucy, Fransa 2018 – Galerie 14, Toucy, Fransa

Grup Sergileri

2019 – Güzelyurt Müze “Kent İnsan Sanat”, Güzelyurt, Kıbrıs

2018 – La Capitale Galerie ‘Kesişen Bakışlar’, Paris, Fransa

2017 – İstanbul Sanat Fuarı TÜYAP Artist 2017, Türkiye

2017 – ‘Kadın Halleri’ Grup Sergisi, Eskişehir, Türkiye

2016 – HIAA Sergisi, ‘Dönüşüm’ Caisa Kültür Merkezi, Helsinki, Finlandiya

2015 – HIAA Sergisi, ‘Yankı – Kaikuja’ Caisa Kültür Merkezi, Helsinki, Finlandiya

2013 – HIAA Sergisi, ‘Yansımalar – Heijastuksia ‘, Stoan Galeri, Helsinki, Finlandiya

2010 – 2015 – Atölyede üretilen kendi ve sanatçı dostlarına ait eserlerin düzenli olarak atölye ortamında sergilemelerini yaptı.

2009 – HIAA Sergisi,’İyi Dilek’, Vuotalo Galeri, Helsinki, Finlandiya

 2008 – HIAA Sergisi, ‘Ev’, Punavuoridesign Studio Galeri, Helsinki, Finlandiya 2003 – Galeri X, ‘Kadın Sanatçılar’ İstanbul, Türkiye

2000 – Boğaziçi Üniversitesi Kırmızı Salon, ‘Kadın Sanatçılar 8 Mart Buluşması’ İstanbul, Türkiye

2000 – Taksim Sanat Galerisi, ‘Istanbul 1. Sürrealizm Sergisi’, İstanbul, Türkiye

(sergiye eserleriyle katıldı ve serginin organizasyonunda yer aldı.

1999 – Marmara Üniversitesi, Gençlik Festivali, İstanbul, Türkiye

1998 – 2001 – İstanbul Üniversitesi, ‘Ö.K.M. Sanat Kulübü’ Sergileri, İstanbul, Türkiye

TÜLİN YİĞİT AKGÜL

69 doğumlu Tülin Yiğit Akgül, moda tasarımı eğitimiyle başladığı kreatif hayatına kurucusu olduğu Atelye Seramika’da devam etmiş, desen ve form üzerine yoğunlaşarak uzun yıllar seramikle uğraşmıştır. 2002 yılında camla tanışan sanatçı, seramik çalışmalarında edindiği kalıplama tekniklerini öncelikle fırın döküm heykellerinde; ardından da kalıba üfleme formlarında kullanmış ve geliştirmiştir. YYÜ Görsel Sanatlar Bölümü’nü bitirdikten sonra ve AÜ Güzel Sanatlar Enstitüsü Cam Bölümü’nde Yüksek Lisans Programını tamamlamış olan Akgül, ulusal ve uluslararası birçok karma ve solo sergide yer almış, 2010’da Anadolu Üniversitesi’nin 1.’sini düzenlediği CAMGERAN Uluslararası Cam Eser Yarışması’nda Başarı Ödülü’ne layık görülmüştür.

Heykellerinde malzeme olarak yoğunlukla camı seçen sanatçı, başta sıcak cam üfleme ve kalıpla şekillendirme olmak üzere birbirinden farklı tekniklerde eğitimler alarak malzemeyi farklı yönleriyle ele almaya çalışmıştır. 2008-2013 yılları arasında atölyesinde özellikle soğuk cam heykel ve fırın döküm çalışmalarını sürdürmüştür. 2014 tarihinde Glasst’ı açmış ve atölyesine sıcak cam potalarını da ekleyerek stüdyo camcılığına adım atmıştır. Akgül, son dönem çalışmalarında teknik birikimini mesel edindiği konular üzerine çağcıl yorumlamalarla ortaya koyma çabasını sürdürmektedir.”

ORÇUN MASATÇI

Ankara’da doğdu İzmirli oldu :)) 2006 yılında Balçova Belediye Tiyatrosu genel sanat yönetmenliği ile başlayan Belediye çalışma hayatı, Seferihisar Belediyesi, Karaburun Belediyesi, Dikili Belediyesine ve Çeşme Belediyesi iile yaptığı festivallerle sürdü. Sema Pekdaş döneminde Konak Belediyesi Kültür Sanat Koordinatörlüğünü 5 yıl üstlendi, devam eden Tunç Soyer döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesinde Tiyatro ağırlıklı Kültür-Sanat Koordinatörü olarak çalıştı. Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin 2006 yılındaki kurucularından olup 8 sene başkanlığını yürütmüştür. 2012 yılında kurulan Tiyatro Platformu’nun ilk dönem sözcüsü olmuştur. 2015 yılında Uluslararası alanda faaliyet yürüten İnterkültürel Tiyatro Platformu Türkiye temsilciliğini üstlenmiştir hala görevini devam ettirmektedir. Bu sene 16. Sı yapılacak Türkiye Tiyatro buluşmasının ilk gününden beri koordinatörüdür. “Öykülerden kovulanlar” ve “Kim lan bu radyodaki” isimlerinde basılmış 2 kitabı vardır. “Etiyopya Kahvecisi” isimli oyunuyla OYÇED tarafından düzenlenen Oyun yazma yarışmasında 2.lik derecesi almıştır. Basılmayan bekleyen 6 oyunu daha vardır 🙂 İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Performizm etkinliklerinde 2 kişisel fotoğraf sergisi açmıştır. Oyuncular Sendikası üyesidir. Beşiktaş JK Kongre üyesidir.

FATMA İLGÜN

Fatma İlgün, 23 Kasım 1992’de İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdi. Bizan Sanatı Anabilim dalında yüksek lisans eğitimi devam etmektedir. Öğrencilik hayatında arkeolojik kazılarda görev almış, binlerce yıl sonra ortaya çıkan tarihi buluntulara ilk dokunan olmaktan duyduğu heyecanı hala içinde taşımaktadır. Çocukluğundan beri sanatın müzik ve dans dalları ile ilgilense de gerçek tutku arayışı hala sürmektedir.

Bu sergi vesilesiyle görsel sanatları yorumlayan, tarihleyen kişi olmaktan çıkıp sanatı icra etmek konusunda ilk adımı atmanın coşkusunu yaşamaktadır. Kendini ifade etme dili arayan ve “sanatçı” olarak anılma umudu taşıyan hevesli bir kadındır.

İLKYAZ MUMCU, 21 Mart 1986, İzmir

İlkyaz;  İzmir’de doğmuş olmaktan pek mutludur. Aslında şehirle arasında kurduğu tutkulu bağ nedeniyle yaşam çizgisini defalarca değiştirmiştir. İzmir Türk Koleji’nden sonra Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmuştur. Yurt dışında da reklam ve halkla ilişkiler eğitimi almıştır. Sanata olan tutkusu çocukluğundan gelir ancak icraa etmek konusunda oldukça maymun iştahlıdır. Müzik, resim, edebiyat alanlarında onlarca eğitime katılıp yarım bırakmıştır. Opera tutkunudur, opera aşkı nedeniyle başladığı İtalyanca eğitimini de yarım bırakmıştır.

Ancak bu çok yönlü sanat ilgisi çeşitli kuruluşlarda çalıştıktan sonra onu kendi şirketini kurmaya itmiştir. Özgürce üretmek ister, On Point isimli şirketiyle üretmeye başlar. Pandeminin göbeğinde “Beethoven In Bergama” projesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ve Almanya Dış İşleri Bakanlığı’nı arkasına almayı başarır. Sözlerini kendi yazdığı “Where Do We Go From Here” şarkısı Birleşmiş Milletlere, Unesco’ya, Dünya Sağlık Örgütüne ulaşır. Böyle iddialı bir açılıştan sonra zorlansa da seviyeyi düşürmek istemez. Sevdiği sanatçılarla sergiler düzenler, tiyatrolara destek verir, proje bazlı konserleri dinleyicilerle buluşturur hatta tarihi bir İzmir kitabının proje yönetimini üstlenir.

Ara ara Çeşme’ye kaçar ulaşılmaz olur, orada bir başka üretir.

İzmir’in tarihine iz bırakacak işler yapma hayali vardır bir de maymun iştahına kurban gitmeyen yazar olma arzusu.

Kağıt, kalem olmadan fikirlerine hayat veremez ama teknolojiyi de pek sever. Sosyal medya uzmanlık alanıdır ancak kendi sosyal medyasıyla uğraşamaz bazen oldukça tembeldir. Düşünce üretmeyi sever, uygulamayı paydaşlara dağıtır herkes kazansın ister.

Fotoğraf çeker, bol bol sergi gezer, opera derseniz akan suları durdurur.

İzmir’de yaşıyor, İzmir’e meftun, İzmir’e tutsak…